SORUNLARIMIZ VE AYDINLARIMIZ. (1)
Batıda ise aydınlar var olan devlet için değil hayallerindeki devlet için çalışırlar. M.akif İNAN )
Türkiye Tanzimat’la birlikte bir medeniyet krizi yaşamıştır. Bu dönemle birlikte Türkiye, Doğu medeniyetinden Batı medeniyetine doğru evrilmiştir. Bu süreçte aydınların büyük rolü vardır. Batı medeniyeti, birçok Türk aydınınca kurtuluş çaresi olarak ilan edilmiştir. Batılılaşma süreci birçok aydın tarafından tartışılmıştır. Sözgelimi mütefekkir Cemil Meriç, Dostoyevski’den alıntılayarak “Avrupa’yı kendimizden çok daha iyi tanıyoruz.” (Meriç 2010, 108) der. Yine aynı yazar “Bugün bütün dünya Avrupalı değil mi? Aydınlarımız, Batı’nın her hastalığını ithale memur bir anonim şirket.” (Meriç 2010, 170) diyerek Batılılaşma sürecinde aydınları eleştirir. Kemal Tahir de hayatı boyunca Tanzimat’la başlayan Batı taklitçiliğine itiraz etmiştir. Batı’dan alınan fikirlerin Türkiye şartlarına uyarlanmasını savunmuştur: “Okurlarımız son yıllarda, kendi gerçeklerimizle ilgilenmeye başladılar. Çok önemli bir aşama olan bu davranış. Batı kopyacılığı. Batıdan hazır fikir kalıpları alarak dünyaya bunların açısından bakma alışkanlığımızdan yavaş yavaş kurtulduğumuzu gösterir… Tanzimattan beri Batı kopyacılığı ile uğraştık.” (Akt. Eyüboğlu, Şahin, Sümbül 2017, 36).
1940 ile 2000 yılları arasında yaşamış şair, yazar, araştırmacı, eğitimci ve sendikacı Mehmet Âkif İnan, Türkiye’nin Batılılaşma sürecine ve aydınlarına çok kafa yoran bir fikir adamıdır
Mehmet Âkif İnan’a göre Tanzimat ile birlikte aydınlar Batıya şartlanır ve gittikçe yozlaşmaya başlar. Bu yozlaşma Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde de giderek artar. Tanzimat aydının memleket yararına düşünmesini engelleyen bir korkusu vardır. Bu korku büyük devletler ne der korkusudur. Günümüzün birçok aydını Batıya angaje olup köle ruhludur. Öyle ki bu aydınlar köklerimize göre dirilmenin önündeki bir set gibidir: “Zaten tarihî şahsiyetimizi kuşanmanın, sorumluluğumuzu tanımanın ve yüklenmenin, yeniden ayağa kalkmanın bu millet için ayak bağı bu cins aydınlardır! Bunlar Mustafa Reşit Paşa’nın halefleridir.
Batı’ya olan ihtiyacımızı gözümüzde daha da büyüterek onu kendimize örnek, efendi sayarak, biz küçüldükçe, onların üzerimizdeki kinlerini ve iştahlarını kabartarak, koca Osmanlı Devleti’ni paramparça edip bugünlere geldik.” (İnan, 2016, 352). İnan, yıkılışa sebep olan bu aydınlardan hâlen günümüzde de bulunduğunu belirtir: “Aklımızı başımıza toplamış değiliz. Hâlâ Müslüman ülkelerle kurulacak ilişkilere karşı son altmış yetmiş yılın Batı şartlanmasını bir ur gibi içinden çıkarıp atamamış aydınlar var, hâlâ Müslüman denince suratı buruşan, midesi bulanan, et beyinli uşak ruhlu insanlar var.” (İnan, 2016, 2
Aydınların Batıya şartlanması Türkiye gibi diğer Ortadoğu ülkelerinin kaderine tesir etmiştir. Mehmet Âkif İnan, Ortadoğu’da çekilen çilelerin müsebbibi olarak bölgenin milletlerini değil aydınlarını görür. Çünkü Ortadoğu aydınları Batıcıdır ve Batıya şartlanışları problemin temel sebebidir: “Aydınları Batı’ya şartlı olan Ortadoğu, bu şartlanma yüzünden bir maceraya sürüklendi. Bu sürüklenişte, silahlı çatışmalarda, halk her şeye rağmen masumdur. Sorumlu aydınlardır.” (İnan, 2016, 284). Sanatkârın şu cümleleri de Ortadoğu’nun kaderine aydınların tesirine dairdir: “Köle ruhlu aydınlar sırayla işbaşına geliyorlardı. Bir kölelik yarışı, bir danışıklı dövüş hayatı yaşıyordu bütün Ortadoğu.” (İnan, 2016, 285)
İnan’a göre İslâm kültüründe birer rehber, muavin konumunda olan aydınlar devletin doğal bir unsuru olup devletle özdeştirler. Batıda ise aydınlar var olan devlet için değil hayallerindeki devlet için çalışırlar. Müslüman coğrafyanın birliği zayıfladıktan sonra İslâm düşünürleri de Batılı fikir adamlarına benzeyerek devlet için araştırmalara başlamışlardır: “Batı uygarlığının geliştirdiği ilim şemalarına göre, İslâm fikriyatını düzenleme yoludur.” (İnan, 2016, 352). Sanatkârın İslâmcı da Batıcı, hem Batıcı hem İslâmcı yazıları da bu meyandadır: “Meşrutiyet döneminin ‘Türkçülük-Milliyetçilik’ akımı gibi, ‘İslâmcılık’ akımı da ‘Batıcı’ bir zemin üzerinedir.” (İnan, 2016, 379).